22 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / İSLAMİLİK İNDEKSİ SANDALI HANGİ TARAFA DOĞRU SALLIYOR?
İSLAMİLİK İNDEKSİ SANDALI HANGİ TARAFA DOĞRU SALLIYOR?

İSLAMİLİK İNDEKSİ SANDALI HANGİ TARAFA DOĞRU SALLIYOR? Dr. MEHMET DEMİR

Bilgiye çok kolay ulaşılan bir çağda olduğumuz söyleniyor. Acaba öyle mi? İnternet başta olmak üzere kitle iletişimin bu kadar ulaşılabilir ve konforlu hale geldiği çağda herkes kendi hikayesini anlatabiliyor. Araştırmaya; ama usulünce araştırmaya dayanan kıymetli bilgiye ulaşmak acaba daha mı kolay, yoksa daha mı zor bu kalabalıkta? Bunun yanında, bilgi olarak algılanan şeyin üretiminin tekelleştiği bir Dünyadayız. Bireysel olarak sabah kahvaltımızı yüzlerce veya binlerce kişiye yayınlayabiliyoruz evet, ama biz ve takipçilerimiz boş işlerle uğraşırken küresel güçler artık değer ve cazibesi kalmamış gibi yutturdukları “bilgi” üzerinde tek hâkim olmak için adımlarını sıklaştırmaktalar.

Medya okur yazarlığının hayati bir öneme haiz olması bu yüzden. Bilgiyi dezenformasyondan, algı operasyonundan veya tıklanmak için uydurulan amatör düzeyde bilgi kirliliğinden nasıl ayıracağız? Bu formasyonu kazanmak hepimizin üzerine bir yükümlülük gibi artık.

Özellikle uzun uzadıya araştırmaya takatleri olmayan ve her değişimin iyi olduğu hissine sahip yaş grubunun dikkatini çeken nisbeten yeni bir kavramımız var: İslamilik indeksi!.. Ülkelerin ne kadar İslami olduğunu ölçtüğü iddiasında olan bir indeks geliştirmişler. Ve Dünya ülkelerini bu ölçümle aldıkları puanlara göre sıralamışlar.

“İslamilik endeksi” sıralamasında ilk 40 içinde halkı Müslüman ülke yok! Bu müthiş bir ironi. Sahibi, çoğu Müslüman aidiyetli, ABD’de faaliyet gösteren birkaç akademisyenin kurmuş olduğu, vergiden muaf tutulan bir vakıf. Bu kadar para ve emek harcamaksızın bizlere sormuş olsalardı sonucun böyle çıkacağını zaten söyleyebilirdik. Vakfın açık yüreklilikle görüşlerini açıklamış olduğu siteden anlaşıldığı kadarıyla kendileri zaten bu görüşle yola çıkmış durumdalar, yani sonuç onlar açısından da sürpriz olmaktan çok uzak. Bu ölçüm kriterleriyle bu sonucun çıkacağı bilindiğine göre, amaç ne? Konunun can alıcı kısmı da burada. İki husus bu çalışmanın kime hizmet edeceğini belirleyici olacak:

  1. Kriterler neye göre belirleniyor?
  2. Elde edilen veriler hangi düşünce ile yorumlanıyor?

Tahmin etmek çok güç olmayacağı gibi, her iki husus da bu çalışmanın finansörü ve “yürü aslanım”  deyicisinin kim olduğuna bağlı. O konuda spekülasyon yapmak doğru olmaz diye düşündüğümden, kendi ağızlarından bu arkadaşları dinlemek isteyenler için açıklamalarının bir kısmını, sayfanın en başındaki slogan dahil olmak üzere aynen iktibas ediyorum.

“Batı’ya gittim Müslüman göremedim, ama İslam’ı gördüm. Doğu’ya gittim, Müslümanları gördüm ama İslam’ı göremedim. Muhammed Abduh

Biz, Peygamber Muhammed’in ölümünün hemen ardından İslam aleminin yöneticiler ve alimlerin kontrolüne geçtiğini düşünüyoruz. Tarih süresince bu durum Kur’an’ın öğretileriyle çok az benzerlik gösteren bir din benimseyen alimler, yöneticiler, politikacılar, teröristler, kurumlar, organizasyonlar ve bireyleri gördüğümüz bugünlere kadar sürdü. Müslüman ülkelerin çoğunda halk ülkelerinin yönetiminde çok az söz hakkına sahip ve dinlerini araştırma ve tartışma hakkına sahip değiller. Yöneticiler ve alimler kendilerini İslam’ın yegane meşru yorumlayıcısı konumuna koymuş ve Müslümanlar tarafından yöneltilen soruları mutad olarak cahilce ya da müzakereye değmez gerekçesiyle geri çevirmekteler. Kur’an’ın öğretileri ve uygulama arasındaki bu bağlantısızlık radikalleri, fırsatçıları ve teröristleri; boşluğu doldurarak dini sapkınlaştıran, insanlığı bölen, Müslümanı Müslümana, Hıristiyan’a, Yahudi’ye karşı hale getiren ve bütün kitaplı dinlerin özü olan ‘insanlığın dostluğu’ nu tahrip eden bir İslam versiyonu vaz etme hususunda cesaretlendirmektedir.” 1

Peki, bu manifesto kime yönelik? Peygamberimizden sonra gelen ilk yöneticiler, yani hulefa-i raşidin’e mi? Günümüz yöneticilerine mi? Politikacılara mı? Alimlere mi? Teröristlere mi? İslam Dünyasındaki organizasyonlara mı? Müslüman bireylere mi? Anlamak mümkün olamıyor, zira hepsi aynı potaya konulmuş, hem de hemen hemen her cümlede. Paragrafta en büyük algı operasyonu belki de Peygambermizin (s.a.s.) ölümünden başlatılan kısımdaki süreklilik hissi oluşturacak ifadeler. Aradaki bir buçuk asır aynılaştırılmış, adeta blok haline getirilmiş. Yahudi savaş ve para baronlarının idaresindeki günümüz dünyası ile birleştirilerek Rasulullah (s.a.s.)’ı defneden güzide topluluğun üzerine yıkılmış. Bugün herhangi bir zulme kızacaksanız asıl onlara kızın deniyor adeta.

Öyle ya, Batı eliyle ‘Batıcı kurtarıcı’lara kurdurulmuş milliyetçi devletlerin idarelerini hedef alan bir araştırma ABD’de vergiden muaf bir vakıf haline gelip bağış toplayacak değildi. Onlara yüklenilecekse İslam’ı bu haliyle günümüze getiren ulema ve selefi salihin'e yüklenilecekti ki bazı çevreler tarafından (!) kabul edilebilir bir çalışma olsun. Şu ana kadar İslam ve Sünni İslam karşıtlarının daha çok dikkatini çekerek sosyal medyada yer almış olan bu çalışma hedefine ulaşacak olursa, statüko’yu sallayacak özellikte. Ortada hatırı sayılır bir akademik gayret var ve yerleşik düzenin çarpıklığını da gözler önüne seriyor.

Madalyonun diğer yüzünde ise, bu sonuçların kimin elinde olduğu çok büyük önem taşıyor. Statükonun elinde değişimci bir sonuç dahi kendi yararına kullanacağı bir aygıta dönüşebiliyor. Nitekim Darwin’in teorisi sosyo-ekonomik bir olguyu (sanayi devrimi) ve ideolojik bir yaklaşımı (materyalizm) biyoloji eliyle meşrulaştırmakta kullanılmıştır. Malthus’un nüfus teorisinin beslediği vahşi kapitalizm ile Darwinci teorinin birleşmesi sömürgeciliğe büyük geçerlilik ve hız kazandırmıştır. 2

Burada da, istisnasız hepsi Batılı devletlerin etkisinde kurulmuş olan Ortadoğulu devletlerin, yine batılı değerlerle oluşturdukları sosyal yapıların kokuşmuşluğunu gösteren verilerin Batılı devletleri yüceltecek şekilde sunulması şart mıydı?  Aslında çalışmanın en baştan hipotezi ifade ederken de saklanmayacak şekilde yanlı yürütülerek sonuçların yönlendirilmesi gerçeği çuvala sığacak bir mızrak değil. Çalışmacıları tamamen halis niyetli kabul etsek de yöntemin handikaplarını ve yanlı sonuç üreteceğini kendi sitelerinde açıklıkla ortaya koymuş durumdalar.

21. Yüzyılda Batılı ittifakın İslam’ı ehlileştirme gibi bir misyonu olmak zorunda ki, buna farklı bir başlık altında biraz daha açacağız inşallah, ve bu çalışma buram buram bu fırından çıkmış gibi kokuyor.

İster istemez çalışmayı yürüten kuruluşa gözümüz takılıyor. Ekibin beyni ve arama motorlarıyla hakkında bilgi toplanabilen tek üyesi olan Hüseyin Askari İran kökenli, ABD’de yaşayan; Suudi hükümeti ve IMF için çalışmış ödüllü bir akademisyen. Askari’nin, kendisini -hiç diyemesek bile- en az ait hissedeceği unsurun Sünni anlayışa sahip İslam olacağını görmek zor değil. Bütün bunlar, sitelerinden aldığım paragrafta suçlama cephesini sadece Rasulullah (s.a.s.)’ı hariç bırakacak şekilde genişletmelerinin sebebini ve ne denilmeye çalışıldığını ortaya koyarken; çalışma sonuçlarını değerlendirirken hassas ölçümler kullanmayı zorunlu hale getiriyor.

 

Yeni Dünya Düzeninin 1. Maddesi: İslam Dünyası!..

Avrupa ülkelerinde İslam’ı seçenlerle yapılan nitel araştırmalar gösteriyor ki, günümüz Hristiyanlığı Batılı ülke vatandaşlarının ne anlam arayışlarını, ne de modern Dünyada onları çözülmeden tutabilecek kurallar ve bütünlüğü karşılayamıyor. Modern kilisenin toplumun taleplerine hemen her konuda teslim olması “kurallarımız olmalı, biz hayvan değiliz” eleştirilerine yol açıyor. 3

Neticede taraflı tarafsız herkesin kabul edeceği bir gerçek var ki, yürürlükteki sisteme direnç gösterecek ve/veya alternatif olabilecek ana akım İslam dışında hiçbir şey kalmamış durumda. Bu yüzden araştırmacıların üzerinde birleştiği bir hususu bir kitaptan alıntıyla belirtelim:

“21. Yüzyıl Batı’nın İslam’ı kontrol altına almak için seferber olduğu bir asır olacak. Batı’nın küresel hakimiyetinin kıyamete kadar süreceğini zannedenler, İslam’ın siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel taleplerini gelecek yüzyıllar için tehlike olarak algılıyor, refahın doyuramadığı kitlelerin İslam’a sarılacağından endişe ediyor, İslam’ın insanlık için önerdiği hakikatlerin Batı’yı evinde vuracağından korkuyor.” 4

Nitekim,  ABD’li senatör Chuck Hagel 23 Ocak 2004’de NATO toplantısında 21. Yüzyılda BOP projesi kapsamında stratejik yoğunluğun Türkiye, Afganistan, Irak, Akdeniz ve İsrail-Filistin ekseninde olacağını ve Akdeniz’in 21.Yüzyılın en stratejik bölgesi olarak öne çıkacağını söylemiştir.

Oysa ABD’nin insan hakları sicili ve İslam coğrafyasına yönelik istilacı politikaları ortada iken, Müslüman kitleleri ABD’nin sömürgeci tezleri paralelinde dönüştürüp uysallaştırmak mümkün olmayacaktır” diyor aynı gazeteci/yazar henüz 2004 yılında.5

İslam Dünyasına yönelik “detant” politikasını ise aşağıdaki cümlelerle değerlendiriyor:

“1990’dan bu yana İslami hareketleri tasfiye etmek için projeler uygulayan, bölgeye yönelik bütün askeri ve siyasi çalışmasını “İslam tehdidi” ekseninde belirleyen ABD, şimdi kendisine en şiddetli tepkileri gösteren çevrelerle işbirliği yapmaya, işgalleri meşrulaştırmaya ve İslam coğrafyasına yönelik hegemonyasını gerçekleştirmeye çalışıyor.

Sadece ABD ve İsrail değil; bütün güç merkezleri İslam Dünyasının dönüştürülmesi ve olası meydan okumasının engellenmesi konusunda hemfikirler.

ABD misyonlarının hemen her Müslüman ülkede, özellikle İslami eğilimli sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerine yönelik çalışmaları dikkatle izlenmeli. İslam coğrafyasına askeri ve güvenlik açısından yerleşen ABD esas bundan sonra kalıcı olmaya çalışacak. Askeri istilaya yönelik kitlesel tepkileri de etkisizleştirip, Müslüman Dünyanın direnç noktalarını da ezen bir süreç yaşıyoruz. İslam algısı, Müslüman toplumların toplumsal talepleri, özgürlük, insan hakları ve demokrasi Washington’un ve Londra’nın geliştirdiği yeni İslam Dünyası perspektifine göre yeniden tanımlanıyor. Eli kalem tutan herkes bu sürece göre projeler üretiyor, liderliğe soyunuyor”. 6

Aslen sömürgeciliğin göz önüne almak zorunda olduğu bir politika bu. Makyeveli’ye göre yönetici saltanatının devamı için tilki ve aslanın vasıflarını taşımalıdır. 7

Uluslararası ilişkilerde bu çok daha hassasiyet gösterilmesi gereken bir konu kabul edilmektedir. Güvenlik kaygıları açısından globalizasyon; uyuşturucu kaçakçılığı, terörizm ve AIDS gibi pandemilerle hiçbir ülkenin kendi güvenliğini tek taraflı olarak sağlayamayacağının anlaşıldığı bir döneme girmiştir. Yeni güvenlik tehditlerine karşı, ortak politik cevaplar oluşturacak yerel ve küresel devletlerin iş birliği ile ancak sonuç alınabilir. 8

1945 Sonrasında “imtiyazlı liberalizm” kuralları BM gibi uluslararası kuruluşların yapısına ABD tarafından yerleştirilerek düzenin devamlılığı güvenceye alınmış, sonuçta dünya nüfusunun %20’lik en zengin kesimi, bütün kaynakların ¾’üne sahip hale gelmiştir. Buna karşın ABD kökenli liberal akademisyenlerin en büyük önceliği adaletsizliğin engellenmesi değil, sistemin bu şekliyle korunması olmaktadır. Güncel ABD dış politikası yayılmacılık eğilimi açısından Roma imparatorluğundan farklı değildir. Esasen liberal düşünürler emperyalizmin de taraftarı olmuşlardır. Liberalizmin silah gücüyle farklı yönetimi olan topluluklara yayılması fikrini savunan liberal düşünürler dışında, Michael Doyle gibi buna karşı çıkanların dahi liberal olmayan yönetimlere şartlara göre sivil veya askeri müdahaleleri içeren görüşleri ortaya koymaktadır ki, liberalizm kendi başına bir sistem olmayıp yayılmak zorundadır. 9,10,11

Özetle, kapitalizm ve liberalizm kendi köşelerinde, kendi yağıyla kavrularak var olabilecek sistemler değillerdir. Önlerindeki tek gerçek engel olan İslam’ı kendi taraflarına çekmeyi mutlaka deneyeceklerdir, denediler de. Irak savaşı sırasında alternatif Kur’an (!) dahi bastırılarak dağıtıldı, tabii ki başarılı olamadı. Ancak Karagöl’ün 2000’li yılların başlarında değindiği gibi, bu amaca uygun projeler her din ve kültüre ait akademisyen ve politikacılar tarafından geliştirilmeye devam edecektir, zira küresel aktörlerin desteği bu çalışmaların arkasındadır.

Kriterler ne kadar doğru?

İslamilik indeksi projesine dönecek olursak; hassas ölçümlerle yaklaşmamızın zorunlu olduğunu ortaya koymuş, ancak kriterlerini henüz masaya yatırmamıştık.

Öncelikle Müslüman ülke tanımı. İslam Ülkeleri İş birliği Teşkilatı’na üye ülkeleri Müslüman ülke kabul ettik deniliyor. Var mı bir diyeceğiniz? Diyemezsiniz tabii ki. Bu da ayrı bir mesele.

Peki indeks kriterleri?

İslamilik kriterlerini tek tek inceleyip eleştirmek bu yazı kapsamını çok aşar. Şu kadar söylenebilir ki bazı kriterler günümüzde Müslüman halkların da canını yakan hususlara temas ederken (adalet, fırsat eşitliği, düşünce ve ifade özgürlüğü, sosyal devlet, sivil örgütlenme gibi) bazıları global kapitalizme eklemlenmedeki kusurları sorgulamakta. Birinci kısmın da ne kadar Müslümanların hayrına yorumlandığı bizce meçhul. Zira kriterler güzelce ortaya konulmuş, ancak ifadeler çok genel, herkesin kabul edeceği şeyler ancak nasıl yorumlandıkları açık değil. Diğer yandan kriterlerin en azından yarısının globalleşmenin genel geçerlerinden oluşması en iyimser ifadeyle kriterlerin oluşturulmasında İslam’ın bir kriter olmadığını ortaya koyuyor zaten. Kriterler konusunda ilginç olan, Kur’an’a göre oluşturuldukları iddiası. Bu iddia özellikle bu coğrafyada Abduh ekolüne yakın olanların düşünce ve davranışı gibi. Kendilerini Kur’an’ı yorumlamakta Rasulullah (s.a.s.) ve ashabdan; onların usulünü takip eden ulemadan daha yetkili görerek kendi fikirlerini Kur’an diye empoze etme davranışına bu coğrafyada yabancı değiliz. Asıl sıkıntı da bu, yoksa her asırda yorumlanabilmesi, hepsine hitap edebilmesi, her zaman diliminde yeni yeni cephelerinin anlaşılması Kur’an ayetlerinin i’cazından ve güzelliklerindendir. Ancak her akıl sahibi ve herhangi bir ilimle uğraşmış herkes kabul edecektir ki mükemmel bir Kitabın içinden yapılan her doğru yorum bir bütünü tamamlar, o bütünü bozamaz; diğer yorumların içinde sırıtmaz. Bu da bir usule riayetle olur. Kur’an’a serbestçe kendi istediklerimizi söyletmeye çalışmak dinen nehyedilmiş olmasının yanında, egemen güçlerin yörüngesine girmeyi kaçınılmaz hale getirir. O baskıyı göğüslemeleri için Müçtehidlerin halktan ve devletten müstağni olmalarının gereği üzerinde durulmuştur.

 

Sonuçların Yorumlanması

Araştırmacılar yorumu daha çalışmanın başında yapmış olsalar da, biz sonuçların yorumlanması meselesini usule uygun olarak sona bıraktık.

Sonuçların nasıl oluştuğu konusundan ayrı olarak; nasıl değerlendirildiği zikrettiğimiz gibi, hayati öneme sahip. Yöntem nasıl olursa olsun, hasıl olacak neticeyi ümmetin tavrı belirleyecektir.

Bu araştırmanın amacı ve/veya sonucu 4 şekilde olabilir.

1- Bu durumlara da düştünüz ya, yok olun artık kurtulsun Dünya sizden mesajı. Bu anlayışın kolektif bilinç altındaki yansıması, bugün Dünyanın hemen her bölgesinde katliama uğramış veya uğramakta olan, artık son bir çabayla bilinçli veya bilinçsiz sarıldıkları dinleri ile hayatları arasında tercih yapmaya zorlanan Müslümanların mevcut durumudur denilebilir.

2- Müslümanlığı yaşamak (ya da dine inanmayan birisi açısından bakıldığında işe yarayan, insanların umumi efkarına uygun düşen kısımlarını tatbik etmek) için Müslüman olmaya gerek yoktur mesajı. Burada modernist İslami yorumların hanesine gol yazdırılmış oluyor ki, sitenin baş köşesinde sloganı bulunan Muhammed Abduh bunun prototipidir denilebilir. Onun Müslümanlar toptan yok olsun, yeni bir Müslüman nesil gelsin temennisinde bulunmasından bu yana neredeyse bir buçuk asır geçti. O zamanlar henüz Osmanlı devleti ayakta, ancak saltanattan başlamak üzere İslami esaslardan ve kaynaklardan uzaklaşma, Dünyaya kapılma ve miskinleşme, hazıra konmacılık ve bunların ardından gelen aşağılık kompleksi Müslümanlar arasında galebe çalmış durumdaydı. Müslümanların yaşadığı bütün coğrafyaya birbirinin benzeri rejimler serpiştirdi. Göstermelik demokrasiler farklı gibi görülebilir, ama uygulamalarda fark olmadığını yakın ve uzak tarih bizlere gösterdi. Bu dönemin sonuçlarının faturasını ana akım İslam’a çıkarmak samimiyet midir? Sonuçta bu madde, İslam’ın çarpık yorumları ve batıl fırkalarının elini güçlendirecek bir yorumu ifade etmektedir ki; cevabı aşağıda verilecektir.

3- Tamamen tepkisel yaklaşımla; yapılan araştırmayı geçersiz ilan etmek ve aynı zamanda işaret edilen sorunlar için dışımızda suçlu aramak. Evet, İslam alemi bu duruma getirilmek için az operasyon geçirmedi. Ama sormazlar mı adama, Rasulullah (s.a.s.) ve ashabı bunlardan daha az mı operasyona maruz kaldılar? Daha mı az çektiler? Bilakis, biz o kutlu neslin yaşadıklarının onda birine maruz kalmadık. Kendimizle ne kolay oynattık? Ne kolay pes ettik? Onu bırakın, Rasulullah (s.a.s.) gibi bir örneğe gelene kadar hangi ümmet imtihansız, kolayca hazıra konmuştu?

4-Araştırmanın slogan gibi yüzümüze vuran çarpıcı tesbiti, her ne kadar var bir oksimoron içeriyor olsa da, kısmen de olsa bir hakikate işaret ediyor. Burada inen haklı veya haksız tokadı ciddiye alıp öz eleştiri ve tefekküre malzeme yapmak ve aslen en sağlıklı amaç, ya da sonuç olmalı böyle bir çıkarsamada. Bunu da biraz açalım.

İslamilik endeksi projesi, tarafların kendi hesaplarından bağımsız olarak bir küreselleşme projesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bunun getirilerinden mahrum olmak zorunda değiliz. Değerlendirmesini yapmak ve yararlanmak durumundayız. Akademik gayretle yapılan çalışmanın gayesi ve arka planını görmezden gelmeden, onu Allah (c.c)’nun bir rüzgârı gibi değerlendirerek yelkenlerimizi şişirmek için kullanabiliriz. Yeter ki rotamız düzgün, dümenimiz sağlam olsun. Buna en iyi örnek belki de konkordans (concordance) projesi’dir. 12

 

Müsteşrik Akımlar ve Ters Tepen Silahları: Konkordans!..

Avrupa’nın, dünya üzerindeki egemenliğini kesinleştirmesiyle aynı doğrultuda yeniden şekillendiği XIX. Yüzyılda yeni kurumların ve antropoloji, sosyoloji gibi yeni bilim dallarının oluşmasının yanı sıra oryantalizm de akademik olarak disipline edilerek kurumsal bir hüviyet kazanmış ve modern Batılı sosyal bilimlerden destek alarak gelişim göstermiştir. Hadis ile ilgili oryantalist çalışmalar incelendiğinde genel olarak objektif olmadıkları ve teolojik tarafgirlikle yapıldıklarını düşündüren somut ifadeler barındırmaktadır. Özetle hadis isnâdlarının Hz. Peygamber’e ulaşmadığını iddia etmektedirler. (Müellifin notu: Daha basit deyişle bu zihniyet için hadisler Dünya üzerindeki bir dönem en etkili topluluk olan İslam Dünyası’nı asırlarca kandıran uydurmalardan ibarettirler. Haşa!..) XIX. Yüzyılda hadis ilmiyle alakalı yapılan oryantalist çalışmalar, kendi bakış açılarını yansıtacak tutarlı bir metot eksikliği ve hadis materyaline kolayca ulaşmayı sağlayacak kaynak eksikliği olmak üzere iki önemli eksik barındırdığı için dağınık bir halde sürdürülmüştür. Bunlardan metot eksikliğini Macar vatandaşı Yahudi Goldziher, kaynak eksikliğini ise Concordance’ın (el-Mu’cemü’l-Müfehres li-Elfâzi’l-Hadîsi’n-Nebevî) hazırlanmasına öncülük eden Hollandalı Oryantalist Wensinck gidermeye çalışmıştır. Becker, birçok çelişkili görüşlerine rağmen Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu kabul eder; ancak İslâm dininin asıl formunu ona inananlar vermiştir der. Yani Hz. Muhammed’in dini ile şimdiki İslâmiyet’in birbirinden farklı formlar olduğunu düşünür. “Hz. Muhammed’in ‘yerli ve yabancı’ değerleri harmanlayarak oluşturduğu dinin her iki ayağının ‘Arap paganizmi’ üzerinden yükseldiğini iddia eder. ” 13 Dikkat edilirse oryantalistlerin görüşleri gerek Şia’nın ana akım görüşlerine, hem de İslamilik İndeksi projesi’nin ideolojisine paralel görünmektedir.

Neticede, müsteşriklerce geliştirilen Hadis endeksleme yöntemi, zaman içerisinde belki onlardan daha fazla, Müslüman ilim adamları tarafından yararlanılan bir portala dönüştü. Oysa indeksi oluşturan zihniyet için hadislerin güvenilmez ve uydurma olduklarını ispatlamak amacıyla kolayca bulunabilmelerini sağlayacak bir araçtı. 1939’dan 1988’e kadar tamamlanması süren portal, internette kaynaklara ulaşımın kolaylaşmasına paralel olarak derecesi azalsa da halen İslami çalışmalar yapanlar, hatta hadis karşıtlığı içeren müsteşrik görüşlere reddiye hazırlayanlar için verimli bir kaynak olmaktadır. Örneğin özellikle Juynboll’un çok ön plana çıkardığı “common link” teorisi ve hadisleri geçersiz saymak için öne sürdükleri “e silento” fenomeninin Korkordans kaynakları üzerinden ciddi tutarsızlıklar içerisinde oldukları gösterilmiştir. 14

 

Yangında İlk Yakılanlar ve Son Söz

Ofislerde ‘yangında ilk kurtarılacaklar’ çekmecesi olurdu bir zamanlar. Filistin ile ilgili bir yazıda ‘yangında ilk yakılacaklar’ tabirine rastladım sonra. Bir yangın varsa ki var, suçluyu aramak yerine kurbanı suçlu ilan etme kolaycılığı için tam yerinde bir tabirdi bu.

Selef-i salihin usule riayet ederek meselelerini hallederlerdi. Usul bozulunca fitnelerin ardı arkası kesilmedi. Bu fitneler neticesinde gelen musibetlerin sonuncusu en uzunu oldu. Müslümanlar Dünyadaki tek başsız topluluk olarak bir asrı geride bıraktılar. Bundan önce de bu duruma düşmemek için pek az çaba gösterdiler. Hala bedeller ödenmeye devam ediliyor. İslam Dünyası yangın yeri ama, yangında ne yapılacağı da aslında biliniyor. Hal böyleyken halen birbirimizi yiyor, birbirimize ayar vermekle ömrümüzü ve ümmetin gücünü tüketmeye devam ediyoruz. Bu yoğun gaflet perdesiyle birkaç nesil geçince olanlar oluyor: Artık usul de kalmadığı, hatta bilinmediği için bütün İslam müktesebatı cahil cesaretiyle topyekûn masaya yatırılıyor.

Hani biz: “Ve Bedir’de ve Uhud’da da, vuruşanlardık aynı sevdaya? ”Yenilgi halinde taşıdığımız sancak mı suçluydu acaba?

Rabbimiz musibete karşı mü’min bakışını da yüce Kitab’ında bize bildiriyor:

“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”  15 

“İnsanların kendi elleriyle (cüz’î irâdeleriyle) yaptıkları (günahları) ndan dolayı, karada ve denizde fesat ortaya çıkmıştır. Nihâyet Allah, onların yaptığı kusurların (cezasının) bir kısmını onlara (dünyada) tattırır ki, dönüş yapsınlar. 16

Dolayısıyla önümüzde iki yol beliriyor: Ya Adem (a.s.) oğlu olarak hatayı kendimizde görüp istiğfar edeceğiz, 17 ya İblis’in yaptığı gibi dolaylı olarak hatayı Allah (c.c)’ın emirlerinde görmeye çalışacak, mazeret üretecek, kendimizi temize çıkarmak için günah keçileri bulacağız. Aslında bu zelil duruma düştüğümüzden bu yana yaptığımız zaten ikincisi. İşe yarasaydı şimdiye kadar düzlüğe çıkmış olurduk.

Takkemizi önümüze alıp düşünme, nefislerimizi hesaba çekme zamanıdır yenilgi mevsimleri. Madalyonun diğer yüzünde ise hakka şahitlik zamanıdır! Zillete de düşsek, arsızlığa, pişkinliğe vurmadan; durumu itiraf ederek ama ve mutlaka hakkı ve hakikati üstün tutmak, onun hiçbir umdesinden; dinimizin hiçbir güzelliğinden vaz geçmemek inşaallah böyle bir dönemin şahitliği olacaktır. Abduh’un sloganları bize yeis empoze edebilir, kabul edecek olursak. Oysa bu duruş bizi tembelliğe, boşvermişçiliğe sürüklemez; bu duruş bizi Ali İmran140’daki şahitlerden yapacak ve aynı surede 146’da zikredilen; yılmadan, zayıflık göstermeden ve boyun eğmeden cehd u gayrete ram olan rabbanilerden olma yoluna girdirecektir inşaallah!..

 

Kaynaklar

1- http://islamicity-index.org/wp/

2- Adnan Küçükali, Klasik iktisadi düşünce ile evrim teorisinin entelektüel beraberliği. HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi © Cilt: 8 Yıl: 8 Sayı:20 (2019/1) ISSN: 2147-3668 – E-ISSN: 2587 – 103X

3-Ali Köse, Sekülerden Kutsala Yolculuk. Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, 1. Baskı, Şubat 2002.

4-İbrahim Karagöl, Haçlı savaşı… Yüzyıllık Kuşatma, Fide Yayınları, Nisan 2005, 2. Baskı, s.295.

5-İbrahim Karagöl, Demokratik Kolonyalizm ve Trans-Atlantik Rekabet, Age, s.247.

6-İbrahim Karagöl, Amerika İslamcı Dernek ve Vakıflardan Ne İstiyor?, Age, s.264

7- Thomos Hobbes, T.Y.B.A. Political Science, Paper- V Political Thought Power and State – Niccolo Machiavelli, s.5-6.

8- Allison G., The Impact of Globalization on National and International Security. In. Governance in a Globalizing World (Washington, Brookings Institution 2000; 72-85.

9-Tim Dunne, Liberalism. The Globalization of World Politics. Oxford University Press, 5th edition, s. 108-111.

10- Ikenberry G.J., Lberal hegemony and the future of American post-war order. İn: International Order and the Future of World Politics. Cambridge University Press 1999

11- Doyle M. W., Liberalism and World Politics. American Political Science Review, 80 (4): 1151-69. 1986.

12- https://referenceworks.brillonline.com/browse/concordance-et-indices-de-la-tradition-musulmane-online

13-Yaşar Eraslan. Oryantalistlerin Hadis İsnâd Sistemine Eleştirileri ve Onlara Yapılan Reddiyeler, Kadim Akademi SBD, C 4. S.2. s. 100-119. 2020

14-Bekir Kuzudişli, Tez: Oryantalizm ve Hadisle İlgilenen Bazı Oryantalistler, s.163-167. Link:  https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/10135

15- Şûra Suresi, 42/30.

16- Rum Suresi, 30/41.

17- Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" dediler.” A’raf suresi, 7/23.

18- “Eğer (Uhud'da) size bir yara dokunduysa, doğrusu (size düşman olan) o kavme de (Bedir'de) onun misli olan bir yara dokunmuştu. İşte bu günler (öyle günlerdir) ki, onları insanlar arasında evirir çeviririz. Tâ ki Allah, îmân edenleri ortaya çıkarsın ve içinizden (bu uğurda can veren) şehidler (ve yaptıklarınıza şâhidler) edinsin! Çünkü Allah, zâlimleri sevmez.

Bir de bu; Allah’ın, iman edenleri (günahlardan) arındırıp temizlemesi ve inkâr edenleri de (etkisiz ve bereketsiz kılıp) mahvetmesi için (bir imtihan)dır.

Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız?

Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz.  

Muhammed de ancak bir Resuldür, ondan evvel Resuller hep geldi geçti, şimdi o ölür veya katledilirse siz ardınıza dönüverecek misiniz? Her kim ardına dönerse elbette Allaha bir zarar edecek değil, fakat şükredenlere Allah yarın mükâfat verecektir.

Allah’ın izni (ezeli ve ebedi ilmi dâhilinde) olmadan, takdir edilen ecel vakti gelmeden, hiçbir nefis (hiçbir canlı) ölmez. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

Nice peygamberler var ki, birçok rabbânî (ilmi ile amel eden ihlâslı âlim) ler ile birlikte cihat ettiler de Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı yılmadılar, zayıflık göstermediler ve (düşmana asla) boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” Ali İmran Suresi 3/140-146.

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul